İlahi İndir, Bedava Dini Programlar ve Bayram Mesajları

Kaza ve Kader :

Kadere inanmak, imanın şartlarındandır  

Sual: Kadere imanı inkâr edenler çıkıyor. Kadere iman, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmemiş midir?

CEVAP

Elbette bildirilmiştir. Bir insan körse güneşin suçu ne!

Kadere iman, hem Kur’an-ı kerim ve hem de hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezelî ilmi ile, insanların ve diğer mahlukatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) buyuruluyor. (Bekara 255)

İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok ayet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:

(Ölümü Allahın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [A.İmran 145]

(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allahtır.) [Enam 2]

(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]

(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]

(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6]

(Her olay ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım.) [Hadid 22]

(Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.) [Sebe 3]

(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]

Peygamber efendimiz, bu ayet-i kerimeleri açıklamıştır. Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(İman, Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana, kadere, hayrın ve şerrin Allahtan olduğuna inanmaktır.) [Nesâî]

(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Tirmizî]

(Kaderi inkâr eden helak olur.) [Taberânî]

(Allahü teâlâ, “bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın” buyurdu.) [Şirazi]

(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizî]

(Kadere, hayra ve şerre iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizî]

(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır.) buyurdu. (Müslim,Tirmizî)

Aynı suâli soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle: (Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini tutmak için, ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 7-10]

 

 

“Kaderden bahsedilince susunuz”

Sual: (Trafik kazası kader değildir. Ülkenin kaderini değiştireceğiz. Eceli gelmeden öldü) gibi şeyler söyleniyor. “İnsan, yaratılışında boyunun uzunluğu ve saçının renginde kadere hükmedemez. Fakat hür iradesiyle yaptığı işlerde kaderin rolü olmaz” , “Emr-i ilahi gelmeden intihar eden, takdir-i ilahiyi değiştirdiği için cehennemlik olur” deniyor. Kimisi, “Kader utansın” diyerek suçu kadere yüklüyor. Kimi de, “İnsan kaderini kendi çizer” diyor.) Bu söylenenler hakkında açıklama yapar mısınız?

CEVAP

Bunların hepsi yanlıştır. Kaza ve kader konusu çok ince mesele olduğu için, birçok âlimin ayağı kaymış ve çeşitli bid’at fırkaları meydana çıkmıştır. Âlimlerin bile dalâlete düştüğü bu konularda, kaderden bahsetmek uygun olmaz. Sadece nakil yapılır. Peygamber efendimiz de, (Kaderden bahsedilince susunuz) buyuruyor.

Her Müslümanın, Amentü’deki esasları tasdik ettikten sonra, işlediği günahlardan mesul olduğunu bilmesi kâfidir. Eceli gelmeden kimse ölmez. Trafik kazasında veya vurularak ölen de; eceli gelerek, kaderi ile ölmüştür. Yani öldürülen veya kazada ölenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür. Her insanın bir tek eceli vardır. Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Bu, çok yanlıştır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Allah her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62]

(Hayrı, şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahtır.) [Beydavi]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allahtır.) [Saffat 96]

(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]

(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]

(Yaratan, sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13,14]

Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir. Eğer Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah olamaz. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allah herkesin ne yapacağını bilir. Cebriyye fırkası da, (Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkumdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) der. Bu da çok yanlıştır. Herkes yaptığından mesuldür. İyilik eden mükâfatını, kötülük eden cezasını görür. Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını alır. (Tekvir 14, Zilzal 7,8)

İyi kimse, iyilik yapmak isterse, Allahü teâlâ, irade edip yaratır. Böyle kimseden hep iyilik meydana gelir. Kötü kimse, kötülük yapmak isteyince, Allahü teâlâ da irade eder ve yaratır. Böyle kimse, iyilik yapmak istemediği için bundan hep kötülük hasıl olur. İnsan irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allahtan olduğunu inkâr etmek, “İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir” demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbet bilir. (Yaratan hiç bilmez mi) buyuruyor. Allahın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Allahü teâlâ buyurdu ki:

(Allahın tayin ettiği vade gelince, artık o ertelenmez.) [Nuh 3,4]

(Ölümü Allahın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [A.İmran 145]

(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak Odur.) [Enam 2]

(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]

 

Ecel değişir mi?  

Sual: İntihar eden eceli ile ölmez diyorlar. Doğru mu?

CEVAP

Yanlıştır. Şeyhülislam Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor ki:

(Ra’d suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki ayette, levh-i mahfuz bildirilmektedir. Ümm-i kitab, ezelî olan kelam-ı İlahinin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın, iyi işler yapıp, son nefeste iman ile gider. Bir başkası kötü amel işler, imansız gider. Bunun için, Resulullah her zaman, (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duâsını okurdu. Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir) buyurulmuştur. Yani, Celal ve Cemal sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir.  Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, said olarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.

Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca, yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duâsı kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu.

Hadis-i şerifte, (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken korur) buyuruldu. Duânın belâyı önlemesi de, kaza ve kaderdendir. Kalkan, oka siper olduğu gibi duâ da, Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebeptir. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i mu’allakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız duâ değiştirir ve ömrü, yalnız, ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu.

Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen belâ, kaza-i mu’allak ise, yani, o kimsenin duâ etmesi de, takdir edilmiş ise, duâ eder, kabul olunca, belâyı önler. (Ecel-i kaza)’yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez. Ecel-i kazaya bir misal verelim: Bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmış iken akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olan da, akrabasını terkettiği için, ömrü 3 güne iner.

Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir.( Lübab-üt-te’vil)

Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuzdaki değişiklikler, ona uygun olur.

Hz. Ömer yaralanınca, Ka’bül-ahbar, “Ömer daha yaşamak isteseydi, duâ ederdi. Çünkü onun duâsı elbette kabul olur” buyurdu. İşitenler şaşırıp, “ (Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin” denilince, buyurdu ki: “Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan önce, sadaka ile, duâ ile, iyi amel ile, ömür uzar. Fatır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor.”) [Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab]

Emali’deki, (Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan kesilmiş değildir) ifadesini Ahmed Asım efendi, burayı (Öldürülen kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Herkesin eceli bir tanedir.) şeklinde açıklamaktadır. Öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür. Fakat, bunu öldüren de, cezasını görür. İntihar eden de eceli geldiği için ölür. Herkes, eceli gelince ölür. A’raf suresi 34. ayetinde mealen, (Ecelleri gelince, onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Kişi, nerede ölür, tevbe ile mi ve tövbesiz mi, hangi hastalıktan, iman ile mi, imansız mı gider, hepsi levh-i mahfuza yazılmıştır. (Miftahülcenne)

 

  

İşlerin yaratılması ve kader  

Sual: İşlerin yaratılması ve kader hususunda bilgi verir misiniz?

CEVAP

Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Kaderin iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:

İman-küfür, hayr-şer, hidayet-dalalet, taat-günah, Hak teâlânın yaratması olup, hepsi de Onun takdir ve iradesiyledir. Hak teâlâ sevabı ve günahı kulların ameline bağlı kılmıştır. İnsanı iradesine bırakmış, azabı ve sevabı, iradenin sarfına bağlı kılmıştır ki, buna kesb denir. Kesb, kuldan; yaratmak, Allahü teâlâdandır. İmam-ı a’zam hazretleri, İmam-ı Cafer-i Sadık hazretlerine sordu:

– Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır?

Allahü teâlâ, rübubiyetini, [yaratmayı] aciz kullara bırakmaz.

– İnsana, işleri zor ile mi yaptırıyor?

– Allahü teâlâ adildir, zorla günah işletip, sonra da cehenneme sokmak, adaletine yakışmaz.

– O hâlde, insanların, istekli hareketini kim yapıyor?

İşleri ne insanların arzusuna bırakmış, ne de kimseyi, o işleri yapmaya mecbur bırakmıştır. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmayı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yaptırmaz.

 [Kur’an-ı kerimde de, (Rabbin, kendi istediğini yaratır. Yalnız O ihtiyar eder, seçer. Onların irade ve ihtiyarları [seçim hakkı] yoktur) buyuruluyor. (Kasas 68)]

Mu’tezile kadere inanmadı. Kader, bir insanın bir işi kendi ihtiyarı ile yapıp yapmayacağını, Allahü teâlânın, önceden bilmesi demektir ki, insanda ihtiyarın bulunduğunu göstermektedir. Allahü teâlânın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irade ve ihtiyar sahibi olmalarına mani değildir. (Mek. Rabbanî)

Mu’tezileden Abdülcebbar Hemedani, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebu İshak İsferaini‘ye sordu:

– Allah, kötülüğü, günahı istemez ve yaratmaz. Bunları şeytan yaratmıyor mu?

Hayrı da, şerri de, her şeyi Allahü teâlâ yaratır. Onun mülkünde yalnız Onun dilediği var olur. Başkası bir şey yaratamaz.

– Allah kendine isyan edilmesini diler mi?

– Allahü teâlâ, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa, kullar güç ile, zor ile, Ona isyan edebilir mi? Kullar, irade-i cüziyyeleri ile küfür, günah, kötülük yapmak ister. Hak teâlâ da dilerse, onların istediğini yaratır.

– Allahü teâlâ bir kimseye hidayet dilemese, onun küfür, kötülük yapmasını takdir edip yaratsa, buna iyilik mi etmiş olur, yoksa kötülük mü?

– Kulun hakkını vermeyi dilemezse, kötülük olur. Kendi hakkını almayı dilemezse kötülük olmaz. Küfrü dilemesine gelince, Hak teâlâ âlimdir, ilerde olacak her şeyi bilir. Hakimdir, her şeyin en iyisini yapar. Dilediği kuluna hidayet ihsan eder. Kur’an-ı kerimde (Dilediklerini sapık yolda bırakır. Dilediklerine de, hidayet eder, onlara doğru yolu gösterir.) [Fâtır 8] buyuruluyor. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Kulun iradesi yaratmaya sebeptir. Müminler, irade-i cüziyyeleri ile imanı ve itaatı dileyince, Allahü teâlâ da, diler ve yaratır. Kâfir, küfrü ve fâsık, günahı dileyince, O da irade ederse, yaratır. Yalnız kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. O da dileyince var olur. Allahü teâlâ dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz. İnsanların yaptıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesi ile oluyor. Kullar bir şey yapmak irade edince, O irade etmezse o iş olmaz. Var olmasını dilemediği şey, var olmaz. Var olursa, gücü yetmemek olur. Allahü teâlânın her şeye gücü yeter.

 

 

İrade-i cüziyye nedir?

Sual: Hayır ve şer Allahtan olduğuna göre, irade-i cüziyyenin yeri ne?

CEVAP

Akıl, din bilgilerinden bazılarını anlayamaz. Eğer anlasaydı, Peygamberlere lüzum kalmazdı.

İnsanların işlerini, hareketlerini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. İşleri zorla da yaptırmıyor. Zorla yaptırılan iş için hesaba çekmek de zulüm olur. Allahü teâlâ zulüm yapmaz.

İnsanların işlerinin bir titreme gibi cebren yapılmadığı da meydandadır. İnsanda tam ihtiyar ve tam cebr olmadığı için, insanın hareketleri, bu ikisinin arasında hasıl olmaktadır.

Her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insanlara (İrade-i cüziyye) vermiştir. İrade-i cüziyye insandan meydana gelir. Fakat, insan bunu yarattı denilemez.

Allahü teâlâ, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için, insanın iradesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile, bu sebep ile yaratması adetidir. Peygamberlerinde ve Evliyasında bu adetini bozarak sebepsiz de yaratır. Yarattığı çok görülmüştür.

İnsanın işleri ezeldeki takdir ile meydana geliyor ise de, meydana gelmeleri için, önce kul irade-i cüziyyesini kullanmaktadır. İşin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir.

İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunları Levh-i mahfuz’da yazmıştır. Böyle olduğu için, kulun mecbur olması gerekmez.

Takvimlere, bir sene içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve batmasına tesir etmez.

İşte Allahü teâlânın da, ezelî ilmi ile, kulların kendi istekleri ile günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine cebri bir müdahale değildir.

Bir kimse, birisinin bir günde yapacağı şeyleri bilse ve bunları yapmasını irade etse ve hepsini bir kağıda yazsa, bunları yapacak olan kimse, o kimsenin mecburu olmaz.

(Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin ve kağıda yazdın. O hâlde, bunları sen yaptın) da diyemez. Çünkü bunları kendi iradesi ile ve kendisi yapmıştır. O kimsenin bildiği ve dilediği ve yazdığı için yapmamıştır.

Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve levh-i mahfuza yazması da, insanları mecbur etmek olmaz. Evet ezelde, levh-i mahfuza yazmıştır. Kulun yapacağını bildiği için, yapılmasını irade etmiştir. Allahü teâlânın ezeldeki bilgisi, kulun kendi iradesi ile yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de, Allahü teâlânın bu ilmi ve iradesi ile ve yaratması ile meydana gelmektedir. Kul, iradesini kullanmazsa, Allahü teâlâ, kulun iradesini kullanmayacağını ezelde bilir ve bildiği için irade etmez ve yaratmaz.

İnsanların iradesi olmasaydı da, insanların işleri yalnız Allahü teâlânın iradesi ile yaratılsaydı, insanlar mecburdur denilirdi. Ehl-i sünnete göre, insanların işleri, insanın kudreti ile Allahü teâlânın kudretinin birlikte tesiri ile meydana gelmektedir. (İslâm Ahlâkı)

İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez.

İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.

 

Kesb kuldan, yaratmak Allahtandır

Sual: İbrahim suresinin, (Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.) mealindeki 4. âyeti ile aynı anlamdaki diğer âyetleri delil getirip, “Bizim sapıklıkta kalmamız Allahın dilemesiyle olduğuna göre, Allahın bizleri, sapık, kâfir diye suçlaması uygun olur mu?” ve “Hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden niçin mesul oluyoruz?” diyenler çıkıyor. Bu konuya açıklık getirir misiniz?

CEVAP

Bunlar suçlarını Allaha yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’an-ı kerimi insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Mesela buyuruluyor ki:

(Allah, dilediğini saptırır, hakka yöneleni de doğru yola eriştirir.) [Rad 27]

(Allah, iman edenleri dünya ve ahirette sapasağlam tutar, zâlimleri ise saptırır.) [İbrahim 27]

(Elbette zâlimler iflâh olmaz.) [Kasas 37]

Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zâlimler, hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irâde etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidâyete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür.  Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza verir.

Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allahtandır. Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Haşa zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç? Diyelim ki, önümüzde iki tren yolu var. Garda da şunlar yazılıdır: (Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan cennete gider. Sol yoldaki tren ise sonsuz azap diyarı olan cehenneme gider.)

Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir.

Demek ki, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ancak o, yaya değil, trenle gidiyor. Treni süren de birisi var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir. İşte iyi kötü dahil, bütün işleri Allah yaratır demek, kula o işi yapma gücünü Allah veriyor demektir. Bir benzinci bir arabaya benzin verse, araba da kaza yapsa, kaza yapanın, “Sen benzin vermeseydin ben kaza yapmazdım” demesi meşru mazeret sayılmaz.

Kendi iradesi ile azap diyarına giden kimsenin, “Bu diyara tren seferi koymasaydınız, biz de buraya gelmezdik” diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmemiştir. Herkes kendi arzusu ile, iradesi ile binmiştir. İnsan iradesini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen, sevap; kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. Kur’anı kerimde de buyuruluyor ki:

(İnsan, önceden ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14]

(Zerre kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8]

(Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.) [Enbiyâ, 47]

Allahü teâlânın nimetleri her an, iyilere de, kötülere de gelmektedir. Herkese malı da, hidâyete kavuşmayı da, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabul edip etmemek suretiyle, insanlardadır. Allahü teâlâ, kimseye haksızlık etmez. İnsanı felâkete sürükleyen, çirkin işleridir. Güneş, elma ve bibere aynı şekilde parladığı hâlde, elmayı kızartınca tatlılaştırır, biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir.

 

Takdir değişmez             

Sual:  Takdir değişir mi?

CEVAP

Herkes için ezelde yapılmış olan takdir, hiç değiştirilemez. Hep günah işleyip, hiç taat yapmamış olan bir müslümanı, Allahü teâlâ, dilerse affeder. Kur’an-ı kerimde mealen, Melekler, (Ya Rabbi! Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun?) dediklerinde, (Onlar fesat çıkarmaz) demedi. (Sizin bilmediklerinizi ben bilirim) buyurdu. (Layık olmayanları layık yaparım. Uzak kalanları yaklaştırırım. Zelil olanları aziz ederim. Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalblerindeki imana bakarım. Siz, günahsız olduğunuza bakıyorsunuz. Onlar, benim rahmetime sığınırlar. Sizin günahsız olduğunuzu beğendiğim gibi, müslümanların günahlarını affetmeyi de severim. Benim bildiğimi sizler bilemezsiniz. İmanı olanları, ezelî olan lutfüme kavuşturur, ebedi olan lutfüm ile hepsini hoşnud ederim) buyurdu.

 
Kaderi inkâr edenler

Sual: Mevdûdî, kadere îmânı, îmânın altı esası arasında bildirmediği için, yerli bir prof. (Kadere îmân diye bir şey yoktur) diyor. Kadere îmân, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler ile bildirilmedi mi?

CEVAP

Kadere îmân, hem Kur’ân-ı kerîm ve hem de hadîs-i şerîfler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezelî ilmi ile, insanların ve diğer mahlûkâtın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlâhın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi lâzımdır. Bilmiyen, gücü yetmiyen, muhtâç olan, ölebilen ilâh olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:

(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]

İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfûz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor.

 

Cebriye (mürciye) denilen dalalet fırkası

Sual: Cebriye [mürciye] denilen dalalet fırkası (Bize imanı veren de ibadet ettiren de Allahtır. Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkumdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) ) diyerek şu âyetleri delil olarak gösteriyor:

(Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette bırakır.) [İbrahim 4]

(Eğer rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın? Allahın izni olmadıkça, hiç kimse, iman edemez.) [Yunus-99,100]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allahtır.) [Saffat 96]

Bu hususta açıklama yapar mısınız?

CEVAP

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:

Hayır ve şerrin yaratılmasında, insanın irade ve ihtiyarının da tesiri vardır. İnsanın iradesine, dilemesine kesb denir. İnsanın yapmak istediği işi, Allahü teâlâ da dilerse, o şeyi yaratır.

Demek ki, insanların yaptığı her hareket, her iş, insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratması iledir. İnsan istiyor Allah da yaratıyor.

Cebriyye = mürciye fırkası, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgardan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor.) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin titremesi başkadır. İsteyerek oynatması başkadır. Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki: (İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkârcılara cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]

Allah zorla inandırırsa niye isteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin diyecek ki? Demek ki Allah, insana bir irade verdi. İnanmak da inkâr etmek de insanın elindedir. Eğer Allah zorla küfre soksa veya zorla günah işletse, hâşâ zulmetmiş olmaz mı? Yarın ahirette kâfir, Allaha, “Hidayete kavuşturan sendin, dalalette, küfürde bırakan da sendin. Bana iman ettirmedin, beni dalalette bıraktın ben de küfür işledim, şimdi beni kendi yaptığın işten dolayı sorguya mı çekiyorsun?” demez mi? Allahü teâlâ hiç adaletsiz iş yapar mı? İnsanlara zulmeder mi? Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine zulmediyorlar.) [Nahl 33]

Bir cebriyeci kendisine haksız saldırana kızar, ensesine bir tokat vursan, “ne yapıyorsun” der, ona “Kader böyle, bunları yapan Allahtır desen, sana hak verir mi? Cebriyeciler, (Kâfirler mâzurdur. Çünkü, işleri yapan Allahtır. Bunlar, mecburdur) diyorlar. Bu sözleri küfürdür. Kur’anı kerimde buyuruluyor ki:

(Onları hesap mahallinde durdurun! Hesap olunacaklardır.) [Saffat 24]

(Rabbin hakkı için, onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92, 93] 

(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7,8]

(Kişi önceden ne hazırladığını, ne getirdiğini görecektir.) [Tekvir 14]

Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

(Mürciye ve kaderiyenin [mutezilenin] islamiyetten nasibi yoktur.) [Buhârî]

(Allahü teâlâ kaderiye ve mürciyeye 70 Peygamber lisanı ile lanet etmiştir.) [Taberânî]

(Kaderiye ve Mürciye, Kevser havuzunun başına varamaz ve cennete giremez.) [Ebu Davud]

 

Hayret! Bazıları da aynı şeyleri sormuyor mu?

Sual: İblis, meleklere bazı suâller sormuş. Bu suâller ile cevapları nasıldır?

CEVAP

İblis dedi ki: (Kulun ibâdetinin Allaha hiç faydası, isyânının da hiçbir zararı olmadığına göre, emrine ve nehyine uyulmasını isteyerek kullarına niçin sıkıntı, zahmet çektiriyor?)

Cevap: İnsana, ibâdetler faydalı, harâmlar zararlıdır. Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtâç olmadığı hâlde emir ve yasaklar vermekle kullarını şereflendirmiştir. Her insanın yaptığı ibâdetin faydası kendisinedir.

Kur’ân-ı kerîmde buyuruluyor ki: (Kim, [ibâdetlerini yapar ve günâhlarından] temizlenirse, faydası kendinedir.) [Fâtır 18]

(Sâlih amelin faydası, bunu yapanadır.) [Fussilet 46]

(Kulun ibâdetine Allahın ihtiyâcı yok) diyen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastaya doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Doktora zararı olmadığı doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Tabîb, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifâ bulur. Uymazsa ölebilir. Tabîbin bundan hiç zararı olmaz.

 

İblis dedi ki: (Kâfirin günâh işliyeceğini bildiği hâlde, Allahın onu yaratması zulüm değil mi?)

Cevap: Kul, sahibinin işlerinin sebebini soramaz! Allahü teâlâ herkesi Cehenneme koysaydı, kimsenin bir şey söylemeye hakkı olmazdı. Çünkü yarattığı kendi mülkünü kullanmaktadır. Başkasının mülküne tecâvüz yok ki zulüm denebilsin. Cenâb-ı Hakkın âdeti şöyledir ki, isyân etmeden kimseyi Cehenneme sokmaz. Bunun için îmân ve isyân imkânı verdiği kullarını, imtihandan geçirdikten sonra mükâfât veya cezâ vermektedir. Böylece kul için bir bahâne kalmamaktadır.

Allahü teâlâ, İblise, (Ey İblis, sen beni tanımadın. Eğer tanısaydın, bana hiçbir işimde karşı gelinmiyeceğini, itirâz edilmiyeceğini bilirdin. Benden başka ilâh yoktur. Yaptıklarımdan kimseye hesâb vermem) buyurdu.

İnsanda İrâde-i cüziyye vardır. Bunu kullanmakta serbesttir. Allahü teâlâ, kul, irâdesini iyiliğe kullanırsa iyilik, kötülüğe kullanırsa kötülük yaratabilir. Kul, ibâdet etmekte ve günâh işlemekte serbest olmasa, âhırette iyiliğe mükâfât, kötülüğe cezâ verilmez.

 

İblis dedi ki: (Ben Âdem’e secde etmediğim için lanetlendim? Âdem’e secde etmeyişimin, Allaha isyânla ne ilgisi var?)

Cevap: İblis, isyânını Âdem aleyhisselâma karşı yaptığını zannediyor. Hâlbuki Hz. Âdem’in önünde (secde et) emrini Allahü teâlâ veriyor. Bu emri dinlememek, Allahü teâlâya isyândır.

 

İblis dedi ki: (Bir kimsenin Cennetlik veya Cehennemlik olduğu ezelde takdîr edilmiştir. Cehennemlik ise, yapacağı ibâdetlerin hepsi boştur. Cennetlikse, ibâdete ne lüzûm var?)

Cevap: Cennetliklerin ibâdet yapması ve Cehennemliklerin isyân etmesi; sağlıklı yaşaması ezelde takdîr edilmiş olanın gerekli ilâcı almasına; hastalanması takdîr edilmiş olanın da, ilâç bulamamasına benzer. Zengin olması takdîr edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde Cennetlik olana îmân ve ibâdet etmesi nasîb olur.

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Cennetlik olan, Cennete götürecek, Cehennemlik olan da, Cehenneme götürecek amel işler.) [Ebû Dâvüd]

Kulun vazîfesi, Allahü teâlânın emrine uyup Cennetlik amelleri işlemektir. Cehennemlik olan, (Herkesin Cennetlik veya Cehennemlik olduğu ezelde takdîr edilmiş) der ve ibâdet etmez. Bol mahsûl alması takdîr edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasîb olur. Cennetlik olanın ibâdet yapması, Cehennemliğin de, kâfir olması böyledir. Cennetlik olan, Allahü teâlâya itâat eder. Cehennemlik olan, hep günâh işler. Herkes, Cennetlik veya Cehennemlik olduğunu, amelinden anlıyabilir. Her nimet, Allahü teâlâya, ihlâs ile ibâdet etmekten hâsıl olur. Her kötülük ve sıkıntı da, günâh işlemekten hâsıl olur. Herkese belâ, günâh yolundan, huzûr da, itâat yolundan gelir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi iyilik, nefse güç ve acı gelenleri de felâket sanmamalıdır!

 

İblis dedi ki: (Lanetlik olduğum hâlde, niçin bana uzun bir mühlet verilmiştir?)

Cevap: Allahü teâlâ, isyân edenle itâat edenin belli olması için, (domuz eti yemeyin, içki içmeyin) gibi bazı yasaklar koydu. Domuzu ve içkiyi yaratıp, yasaklaması gibi, senin gibi şeytanı yaratarak, uzun bir mühlet vermesi de insanlar için bir imtihandır. Bu imtihanı kazanmaları için kurtuluş yolu da gösterilmiştir. Öyle bir imtihan ki, soru ve cevapları bellidir. (Şunları yapan imtihanı kaybeder, şunları yapan kazanır) buyurulmuştur. Hiç kimse de gücünün yetmiyeceği işlerle mükellef kılınmamıştır. Herkese akıl ve imkân vermiş, yapacağı işlerde serbest bırakmıştır. Artık bir bahâne kalmamıştır. (Mek.Rabbânî, Hadîka, Berîka)

 

 

Ezeldeki takdîr, bir emir değil, bir ilimdir

Sual: Bazı dinsizler, istedikleri günahları rahatça, serbestçe işledikleri halde, (Benim günah işleyeceğimi Allah alnıma yazmışsa, günah işler, cehenneme giderim. Suç benim olmaz, kaderimi yaratan Allahın olur. Hem cehenneme gideceksem, o zaman ibadet yapmamın ne yararı olur ki) diyerek, işledikleri günahlara mazeret bulmaya çalışıyorlar. Bunlara nasıl cevap vermeli?

CEVAP

Allahü teâlâ, hiç kimseye zorla günah işletmez. İnsan, kendi isteği ile günah işler. Allahü teâlâ, her insanın başına geleceği işleri ezelde biliyordu. Buna kader [alın yazısı] denir. Ezeldeki takdîr, bir emir değil, bir ilimdir. Allahü teâlâ, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların ibadet etmesine veya günah işlemesine etki etmez. Mesela bir öğretmen, tecrübesine dayanarak, çok tembel bir talebesi için, (Bu imtihanı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemeye hakkı olmaz.

Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup batıyor? Takvimlere yazılması, güneşin doğup batmasına hiç etki eder mi? Takvime öyle yazıldığı için güneş bu saatte battı veya doğdu denebilir mi? Suçu takvime bulmak akla uymaz. Levhi mahfuz denilen kaderimiz, sanki takvime benzemektedir. İşte Allahü teâlânın da, ezelî ilmi ile, kulların kendi istekleri ile, günah veya sevap işleyeceklerini Levhi mahfuza yazması, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasa idi, sevap işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu.

(İbadete lüzum yok, kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen birine, Resulullah efendimiz, (İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı yapmak kolay gelir) buyurdu. Cennetliklerin ibâdet yapması ve cehennemliklerin günah işlemesi, genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde cennetlik olana iman ve ibâdet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte,  (Cennetlik olan, cennete götürecek, cehennemlik olan da, cehenneme götürecek amel işler.) buyuruldu. Cehennemlik kimse, (Herkesin cennetlik veya cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der ve ibâdet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın iman edip ibâdet yapması, cehennemliğin de, isyan edip kâfir olması böyledir.

Cennetlik ve cehennemlik olmak, Allahü teâlânın iki hazinesi gibidir. Birinci hazinenin anahtarı, ibâdet, ikincinin anahtarı, günahtır. Cennetlik olan, Allahü teâlâya itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah işler. Herkes, cennetlik veya cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir. Her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile ibâdet etmekten hasıl olur. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve belâ, günah yolundan, rahat ve huzur da, Allah’a itaat yolundan gelir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi iyilik, nefse güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalıdır!

Ebüssüud efendi buyuruyor ki:Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber

efendimiz buyurdu ki: (Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buharî]

Belli bir kâfirin muhakkak kâfir olarak öleceğini kimse söyleyemez. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir.

 

İnsanın ömrü uzayıp kısalır mı?            

Sual: Ömür uzayıp kısalır mı?

CEVAP

Ömür uzayıp kısalır, bereketi artar ve eksilir. Şeyhülislam İbni Kemal Paşazade hazretleri buyuruyor ki:

Rad suresinin (Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab Ondadır) mealindeki 39. ayet-i kerimesi, levh-i mahfuzu bildirmektedir. İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı değişir.

Kaza-i muallak, levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp duâsı kabul olursa, o kaza değişir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken insanı korur.) [Taberânî]

(Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız duâ değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan, iyilik artırır.) [Hakim]

(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberânî]

Kaderin levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen belâ, kaza-i muallak ise, o kimsenin duâ etmesi de takdir edilmişse, duâ eder, kabul olunca belâyı önler.

Değişen ecel olduğu gibi, değişmeyen de vardır. Araf suresinin (Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki 34. ayet-i kerimesi ecel-i müsemmayı göstermektedir. Ecel gelince gecikmez. Fakat ecel gelmeden önce, sadaka ile, duâ ile, salih amel ile ömür uzar. Fatır suresindeki, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır) mealindeki 11. ayet-i kerimesi bunu göstermektedir.

Duânın belâyı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura siper olduğu gibi, duâ da belâya siper olur.

Davüd aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikayette bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip (Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; fakat ölmedi) dedi.

Davüd aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail aleyhisselam, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu) dedi. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab)

 

Ecel-rızık münasebeti

Sual: Ecel-rızık münasebeti hakkında bilgi verir misiniz?

CEVAP

Her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Rızık, ibâdet yapmakla artmaz, bereketlenir. Allahü teâlâ herkesin rızkını ezelde takdîr, tâyin etmiş, ayırmıştır. Bu, artmaz ve azalmaz.

Rızık endişesiyle, harama el uzatmamalı ve şu Hadis-i Şeriflerin muhatabı olmamalıdır:

(Bir zaman gelir ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünür, helâlini ve haramını düşünmezler.) [Buhârî]

(Bir zaman gelir, insanın bütün kaygısı midesi olur, şerefi mal, kıblesi kadın, dîni para olur. Böyle kimseler, halkın kötüleridir.) [Sülemî]

Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdîr etmiş, ayırmıştır. Rızık değişmez, azalıp çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak’tır, her varlığın rızkını vericidir. Allahü teâlâ, (Herkesin rızkı bana aittir) buyuruyor. Rızık için Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir!

Kur’ân-ı kerîmde buyuruluyor ki:

(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allaha âittir.) [Hûd 6]

(Nice canlı vardır, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir.) [Ankebût 60]

(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır.) [İsrâ 30]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Rızık için üzülmeyiniz, ezelde ayrılan rızık sizi bulur.) [İsfehânî]

(Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder.) [Taberânî]

(Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Allahü teâlâdır.) [R.Muhtâr]

(Allahtan kork, rızkını güzel yoldan ara, helâli al, haramı terket!) [İbni Mâce]

(Rızkını gecikmiş sayma! Hiç kimse, rızkına kavuşmadıkça ölmez.) [Hâkim]

(Hiç kimse, nasibinden fazla rızka kavuşamaz. Rızkına kavuşup yemedikçe de ölmez. İstemese de rızkı kendisine verilir.) [Hâkim]

(Allaha tam tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizî]

(Hak teâlâ, Hz.Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki:
Neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını arasın! Sakın dîni geçim vâsıtası yapmasın!)
[Hâkim]

(Zikrin hayırlısı hafî [gizli] olanı, rızkın hayırlısı ise kâfi olanıdır.) [Beyhekî]

(Allahü teâlâ sevdiğine, rızkını kâfi [yetecek kadar] verir.) [Ebûşşeyh]

(Allahın verdiği rızka kanaat eden mümin kurtulmuştur.) [Müslim]

(Helâl kazanmak için sıkıntı çekene, Cennet vâcib olur.) [İ.Gazâlî]

(En güzel rızık, helâle, harama dikkat edilerek kazanılandır.) [Nesâî]

Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup şu meâldeki âyeti okudu: (Kim Allahtan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsân eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberânî-Talâk 2,3]

Allahü teâlâ emrettiği için çalışan, rızkını helâl yoldan arayan, ezeldeki rızkına kavuşur. Rızkı da bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevâb kazanır. Eğer, rızkını haram yoldan ararsa, yine ezelde ayrılmış olan rızka kavuşur. Fakat, bu rızık ona hayırsız, bereketsiz olur, kazandığı günahlar da, onu felâketlere sürükler.

Hz.Hızır’ın tamir ettiği binanın altındaki altın levhada şunlar yazılı idi:

(Ölüm hak iken gülüp eğlenen, kadere inandığı hâlde üzülen, rızka Allahü teâlâ kefil iken zahmetlere giren, Kıyâmette sorgu-suâl varken gaflete dalan, fâniliğini bildiği dünyaya bel bağlayan kimseye nasıl hayret edilmez?)

Helal rızık aramak

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Herkese dünyalıktan nasibi neyse, o şeyler ona kolaylaştırılır) (Hakim)

Bir kimse kazancını kumardan elde etmeye çalışsa, zamanla kumar işinde mahareti artar. Marangoz, terzi gibi helal bir meslek edinmek isteyene de işleri kolaylaştırılır. Onun için daima helal kazanç yollarını aramalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Ey insanlar, Allahtan korkun ve rızkınızı aramada güzel yol tutun! Çünkü hiç bir kimse, rızkını ele geçirmeden ölmez. O hâlde Allahtan korkun ve rızkınızı güzel yollarla elde edin, helali alın, haramı terk edin!)  [İbni Mace]

(Rızkınızı gecikmiş saymayın! Hiç kimse, takdir edilen rızkına kavuşmadıkça ölmez. O hâlde rızkınızı güzel yoldan arayın, helali alın, haramdan kaçın!)  [Hakim]

 

 

Kısmeti Çıkmamak

Sual: Bir kız evde kalınca, “Kısmeti çıkmadı, kaderi böyleymiş” deniyor. Kaderin insan hayatında rolü nedir?

CEVAP

Her şey takdir iledir. Evlenmek, nasibi çıkmak veya çıkmamak da takdire bağlıdır. Allahü teâlâ, takdirine göre sebepler yaratmaktadır. Mesela bir kız duâ eder, (Ya Rabbi, evlenmek hakkımda hayırlı ise, evlenmeyi bana nasib eyle!) der. Duâsı kabul olursa evlenir. Evlenmek için tedbir almak ve sebeplere yapışmak gerekir. Mesela kötü birisi ile evlenip de suçu kadere yüklemek doğru değildir.

İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevab, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevab işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez. İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.

(Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. Benim bunda ne suçum var. Suç kaderimdedir) diyenler çıkıyor. Hâlbuki, Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez. Kader Allahtandır. Ancak, cenab-ı Hakkın, kaderi kaza haline getirmesi, yani yaratması, insanın iradesini kullandıktan sonra oluyor. Mesela, (Filan kimse, kendi isteği ile şu günahları işliyecektir) şeklindedir.

Kader Nedir?

Kader, Allahü teâlânın ezelî ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilmesidir.

Allahü teâlâ, ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri, Cennete ve Cehenneme gideceğini bilir. Bilmiyen ilah olmaz. İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki: Kulların bütün işlerini Allahü teâlâ yaratır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Her şeyin halıkı Odur.) [Rad 16]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allahtır.) [Saffat 96]

(Yaratan, sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13, 14]

Allahü teâlânın kullarının ne yapacaklarını bilmesi, kulun yapacağı işlere tesir etmez. İşte Allahü teâlânın da, kulların kendi istekleri ile günah veya sevab işleyeceklerini, Cennete veya Cehenneme gideceklerini bilmesi kulların işlerine müdahale sayılmaz. Mesela bir öğretmenin, tembel talebesinin imtihanı kazanamayacağını önceden bilmesi, o talebenin imtihanına tesir etmez. Talebe imtihanı kazanamayınca (Sen benim kazanamayacağımı imtihana girmeden önce söyledin) diyerek suçu öğretmene yüklemesi haksızlık olur.

Kadere inanmak, îmân esaslarındandır

İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok âyet-i kerîme vardır. Birkaçının meâli şöyledir:

(Ölümü Allahın iznine bağlı olmıyan hiç kimse yoktur.) [A.İmrân 145]

(Ölüm zamanını takdîr eden ancak Allahtır.) [En’âm 2]

(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]

(Herkesin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [A’râf  4]

(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfûz’da] dır.) [Hûd 6]

(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfûz’da yazılmış] olmasın. Elbette bu, Allaha kolaydır.) [Hadîd 22]

(Biz, herşeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.) [Kamer 49]

(Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.) [Sebe 3]

(Allahın bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır, ne doğurur. Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]

Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerîmeleri açıklamıştır. Kadere inanmak, îmânın altı şartından biridir. Hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:

(Îmân, Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhıret gününe, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, Cennete, Cehenneme, hesâba, mîzâna, kadere, hayrın ve şerrin Allahtan olduğuna inanmaktır.) [Nesâî]

(Kadere inanmak, îmân esaslarındandır.) [Ebû Dâvüd, Tirmizî]

(Kadere îmân etmek, tevhîdin nizâmıdır.) [Deylemî]

(Âhır zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.) [Hâkim]

(Kaderden bahsedilince dilinizi tutunuz!) [Taberânî]

(Kaderi inkâr eden helâk olur.) [Taberânî]

(Allahü teâlâ, “bana îmân edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdîrimle olduğuna îmân etmiyen, benden başka Rab arasın” buyurdu.) [Şîrâzî]

(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizî, Ebû Dâvüd]

(Her şey ezelde yazıldı. Allahın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizî]

[Takdîr son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.]

(Kadere, hayra ve şerre îmân etmedikçe, başına gelenin aslâ şaşmayacağına, başına gelmemesi mukadder olanın da aslâ gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse îmân etmiş sayılmaz.) [Tirmizî]

 

İlim, Maluma Tabidir            

Sual: Bir kimsenin Cehenneme gideceğini Allah biliyor ve bunu levh-i mahfuza yazmışsa, bunun ibâdet etmesine ne lüzum vardır? Cennete gideceği yazılı ise yine ibâdet etmesine lüzum yoktur. Cennete de, Cehenneme de gidecek olanın ibâdet etmesi gereksiz değil mi?

CEVAP

Bu konu ile ilgili kısa bir süre önce (Kaderin suçu yok) isimli bir yazı yazmıştım. Birkaç satır daha yazalım! Ebüssüud efendi hazretleri buyuruyor ki:

Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:

(Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buharî]

Bir günahkâr, bu hâl üzere yaşayıp ömrü bu hâlde tamamlanacağını Allahü teâlânın bildiğini nereden anladı ki kendini, son nefese kadar günah işlemeye mecbur sanıp, iyi olmaktan ümitsiz bulunuyor. Birçok inatçı, azgın kâfirlerin, son günlerinde, imana geldiği çok görülmüştür. Kendinin de, böyle düzeleceğine niçin ihtimal vermiyor. Niçin iyiliğe dönmüyor? Ölünceye kadar günah işliyeceği, kendisine bildirildi mi?

Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmıyacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma tabidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur’an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmiyeceklerini bilmesi ve Kur’an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir. Eğer Allahü teâlâ bildiği için, kâfir olmaya mecbur kalınsaydı, Allahü teâlânın kendi yaratmasında da irade, ihtiyar sahibi olmayıp, mecbur olması gerekirdi. Çünkü, kendi yaratacaklarını da, ezelde biliyordu. O hâlde bunlar, kendi irade ve ihtiyarları ile kâfir oluyor. Allahü teâlâ, ezelde bildiği için, haber verdiği için, kâfir olmaya mecbur değildir. (Kaza ve Kader Risalesi)

 

Şeytana ve insan şeytanlarına aldanmamalı          

Sual: Bazıları hiç ibâdet yapmayıp, haramlardan sakınmayıp “Allah kerimdir, rahimdir, kullarına acır, affı sonsuzdur, kimseye azab etmez” diyorlar. Böyle söylemek uygun mudur?

CEVAP

Ş.Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu dünyada, çoklarına fakirlik ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve rezzak olduğu hâlde, çiftçilik sıkıntısı çekmiyene ekmek vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu hâlde, yiyip içmeyeni yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor.

Yaşamak, hasta olmamak ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmış, sebebine yapışmayana hiç acımayıp dünya nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. Kâfirliği ve cahilliği, ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tembellik de, ruhu hasta yapar. İlaç kullanılmazsa, ruh hastalanır, ölür. Küfrün ve cahilliğin tek ilacı, ilimdir. Tembelliğin ilacı da, namaz kılmaktır.

Bir kimse, zehir yer ve (Allah rahimdir, beni korur) derse, hastalanır, ölür. İshal olan müshil içerse, şeker hastası tatlı yerse, hastalık artar. Şehvete uymak, yani nefsin arzularını yapmak, kalbi hasta eder. Şehvete uymanın, günah olduğuna inanırsa, şehvete uyması, kalbini öldürmez. Günah olduğuna inanmazsa, kalbini öldürür. Çünkü, inanmayan kâfir olur. Küfür ise kalbin ve ruhun zehridir.

“Allahın bizim ibâdetimize ihtiyacı yok. İbadet yapan, boşuna sıkıntı çekiyor” diyene de rastlıyoruz. Böyle yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastaya doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. (Doktora zararı olmaz) demesi doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulur, uymazsa ölür gider.

İbadete Lüzum Var

Eshâb-ı kirâmdan bir zât, (Yâ Resûlallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdîr edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye suâl etti. Peygamber efendimiz, (Herkes, kendi işine hazırlanır) buyurdu. (Müslim, Tirmizî)

Aynı suâli soran Hz.Ömere de buyurdu ki:

(Herkes önceden takdîr edilmiş olan işlere hazırlanır. Saâdet ehlinden olan, saâdet için çalışır; şekâvet ehlinden olan da şekâvet için çalışır.) [Tirmizî]

Aynı suâli soran, başka birine de, Şems sûresini okudu. İlgili kısmın meâli şöyle:

(Cenâb-ı Hak, hayrı ve şerri [veya tâ’at ve günâhı] ve bu ikisinin hâllerini öğretip bunlardan birini tutmak için, ihtiyâr [tercih hakkı, irâde-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip fazîletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günâhta, cehâlette, dalâlette bırakan, ziyân etti.) [Şems 7-10 Beydâvî]

İnsan, irâde-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbûr değildir. Yanî irâde-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır.
(İrâde-i cüziyye risâlesi M.Akkermânî)

Cennetliklerin ibâdet yapması ve cehennemliklerin isyan etmesi; genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasib olmaz. Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde cennetlik olanın iman ve ibâdet etmesi nasib olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Cennetlik olan, Cennete götürecek, Cehennemlik olan da, Cehenneme götürecek amel işler.) [Ebu Dâvud]

Cehennemlik kimse, (Herkesin cennetlik veya cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der ve ibâdet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasib olur. Cennetlik olanın iman edip ibâdet yapması, cehennemliğin de, isyan edip kâfir olması böyledir.

 

Kaderim böyle mi?

Sual: Kötü birisi ile evlendim. Kaderim mi böyle idi?

CEVAP

Siz istemişsiniz, Allahü teâlâ da nasîb etmiştir. Allahü teâlâ, sizin ne yapacağınızı bildiği için bunu levh-i mahfûza yazıyor. Buna kader veya alınyazısı deniyor. Levh-i mahfûz’da yazılı olduğu için siz onu yapmıyorsunuz. Yapacağınız bilindiği için levh-i mahfûza yazılmıştır. Bundan dolayı, kötü bir iş yapıp, (Ne yapayım, kaderim böyle imiş) demek yanlıştır.

 

Kader ve kanaat         

Sual: Bazıları İslâmiyeti bir lokma, bir hırka sözü ile kanaat etmekle suçlamaktadır. Böylece dinin çalışmaya mani olduğunu söylüyorlar.

CEVAP

Evet din, kadere inanmak ve kanaat etmektir. Fakat kader, çalışmamak, fazla istememek değildir. Kader, insanların ne yapacağını, Allahü teâlânın önceden bilmesi demektir. Allahü teâlâ, çalışmağı emrediyor. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Cihad edenler, çalışanlar, uğraşanlar, oturduğu yerde ibâdet edip cihad etmiyenlerden daha üstündürler, daha kıymetlidirler.) [Nisa 94]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Çalışıp kazananları Allahü teâlâ sever.) [Beyhekî]

(İki gün bir derecede bulunan, ilerlemeyen aldandı.) [Beyhekî]

(İşlerinizi yarına bırakmayınız. Sonra yok olursunuz.) [İ. Gazalî]

(Yabancı dil öğrenin. Düşmanın şerrinden böylece kurtulursunuz!) [Faideli Bilgiler]

Müslümanlık, çalışıp kazanmağa emrediyor. Kanaat demek, bir hırkaya razı olup tembel oturmak demek değildir. Müslümanlar, asla böyle değildir. Kanaat demek, kendi kazandığına razı olup, başkasının kazancına göz dikmemek demektir.

Kanaat, sinir hastalıklarını önliyen, geçimsizliği, düşmanlığı gideren, cemiyetlerin düzenlerini sağlıyan bir faktördür. Kanaat, islâmiyetin dünyaya yayılmasını, ilim ve fen abideleri kurmağı sağlamıştır. (Çalışan kazanır) ve (Herkes yaptığını bulur) meal-i alisinden olan ayet-i kerimeler ile (Allahü teâlâ çalışıp kazananları sever) ve Münavideki (Allahü teâlâ çalışmıyan gençleri elbette sevmez) gibi, nice hadis-i şerifler, çalışıp ilerlemeği mi, yoksa uyuşukluğu mu emrediyor?

Müslümanların kurduğu Emevi, Abbasi, Gaznevi, Hind Timurları ve Endülüs ve Osmanlı medeniyetleri, çalışkanlığı mı, yoksa uyuşukluğu mu gösteriyor?

Bir dervişin, bir lokma, bir hırka sözü, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin emirlerini değiştirebilir mi?

 

Herkes işlediğinin karşılığını görecektir

Sual:Diyorlar ki; Allahü teâlâ dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erdirmediği
 kimseyi kimse hidayete erdiremezse insan o zaman sorumlu ve serbest mi?

CEVAP

Allah dilediğini kendisinin bir lütfu olarak hidayete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Çünkü o sapıklığa layık idi. Hayır şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap günah kulların ameline, yani insanın irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allahtandır. Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmediği gibi, bunu onların arzusuna da bırakmaz. Bu işler ikisi arası olagelir.

Bu ikisi arası nedir? Hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, şer işlerimizden niçin mesul oluyoruz? Diyelim ki, önümüzde iki tren yolu var. Garda da şunlar yazılıdır: (Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan cennete gider. Sol yoldaki trene binen sonsuz azap diyarı olan cehenneme gider. Ancak sağ yoldan giden, yol boyunca birçok sıkıntılara maruz kalacaktır. Bazı şeyler yapması mecburdur. Bazı yasaklara da riayet edecektir. Yol boyunca mecbur edilenler, namaz, oruç gibi dinin emirleri; yasak edilenler de, dinin yasakladığı günahlardır. Sol yoldan giden ise, yol boyunca hiç sıkıntı görmeyecektir. Onun için hiçbir yasak yoktur. Hiçbir şey yapmaya da mecbur değildir.) Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir. Görüldüğü gibi, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Ancak o kendisi yaya gitmiyor, trenle gidiyor. Treni süren de birisi var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götüren trendir. İşte bütün işleri, yani hayrı ve şerri Allah yaratır demek, kula o işi işleme gücünü veren Allahtır demektir. Misalimizdeki tren olmasaydı, insan çok uzun olan bu yolculuğa çıkamazdı. Kendi irade-i cüziyyesi ile azap diyarına giden kimsenin, (Bu diyara tren seferi düzenlemeseydiniz, biz de buraya gelmezdik) diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç kimse zorla bindirilmemiştir. Herkes işlediğinin karşılığını görecektir. (Tekvir suresi ayet 14)

 

Çeşitli sorular

 

Sual:Bir arkadaşımla kader konusunda tartışıyorduk. Arkadaşım dedi ki, adamın teki içkili olarak araba kullanıyor ve emniyet kemerini takmış, kurallara uygun olarak araç kullanan; alkolsüz bir kişinin aracına çarpıyor. Kazada her iki kişi de ölüyor. Bu kazayı yapıp ölmek hangisinin kaderi oluyor? Arkadaşım bana böyle deyince sorusuna cevap vermedim. Zira bu konuda yeterli bilgim yok. Yanlış bir şey söylemekten korktum, ama aklıma takıldı. Bu soruya dinimizin önerdiği çözüm nedir. Beni aydınlatırsanız sevinirim.

CEVAP

Tebrik ederim sizi. Günümüzdeki bir çok insan rastgele kafadan konuşuyor.

Kader, insanın başına gelecek şeyler demektir. Bir de insanın başına gelecek şeyleri Allahın bilmesine kader diyoruz. Bunların böyle bir kaza geçireceğini Allah biliyordu. Şu adam içki içecek içki içmeyen adama çarpacak ve ikisi de ölecek diye biliyordu. Zaten Allah bilmese öyle bilmeyen Allah olmaz. Her ikisinin kaderinde de bu yazılı idi. İnsanlar kaderinde ne var ise onu görür.

 

Sual: (Nasibi de varsa müslüman olur) Burada nasibi de varsa ne demek. Bir insanın nasibi olup olmadığı nelere bağlı? Nasibi olması için nasıl dua edilir?

CEVAP

Nasip demek kader demektir. Kaderinde Allah onun müslüman olacağını yazmışsa, kasetler de sebep olur, küçük görülen bir iyilik de sebeb olur, müslüman olur. Biz kaderde ne olacağını bilmediğimiz için sebeplere yapışırız. Dua ile kader, nasip değişmez. Fakat dua ile değişebilen nasipler değişir, bir de değişmeyen var ki onu hiçbir şey değiştirmez.

Sual:17 yaşında bir lise öğrencisiyim. Okulda bir münazara yapacağız ve konu şu:
 “İnsan kaderini yaşar mı, yazar mı?” Bu konu hakkında bilgi verirseniz teşekkür ederim.
 Not: Biz “yazar” bölümünü savunuyoruz.

CEVAP

Yani sen insan kaderini kendi çizer kendi yazar diyorsun ki bu çok yanlıştır. Böyle inanan kimse ehli sünnet olamaz, kısacası müslüman olması bile zordur. Çünkü imanın esaslarında hayrın ve şerrin yani iyiliğin ve kötülüğün Allahtan olduğuna inanmak şart. Her işinizi yaratan sizin ne yapacağınızı ezelde yazan Allahtır anlamında ayetler varken senin bunu seçmen çok yanlış olmuş. Hocanın böyle bir ödev vermesi de çok yanlış. Yanlışı
savundurmak ne kadar çirkin. O zaman sana tavsiyem şu: Sen insan kaderini kendi yazar kendi çizer deme. De ki: Evet insan doğarken boyunu rengini cinsiyetini güzel veya çirkin olmasını kendi yapamaz, elbette Allah yapar ancak, Allah bize iradei cüziyye vermiş,
akıl vermiş, iyiyi kötüden ayırıp ona göre yaşamamızı emretmiştir. Kötülük yapmak iyilik yapmak da elimizdedir, öyle olmasa kötülük ve günah yapanları cehenneme atması doğru olmaz.

 

Sual: Hayır şer Allahtan olduğuna göre, irade-i cüziyyenin yeri nedir?

CEVAP

Herşeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insanlara (İrade-i cüziyye)  vermiştir. İrade-i cüziyye insandan meydana gelir. Fakat, insan bunu yaratdı denilemez. Çünkü irade hariçte mevcut birşey değildir. İnsanın kalbinde hasıl olmaktadır. Hariçte mevcut olan şeyin meydana gelmesine (Halk etmek), yaratmak denir. Allahü teâlânın (İrade-i külliye)si ise hariçte vücudu var olan bir kuvvettir. Allahü teâlâ, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için, insanın iradesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile, bu sebep ile yaratması adetidir. Peygamberlerinde ve Evliyasında bu adetini bozarak sebepsiz de yarattığı çok görülmüştür.

İnsanların işleri yalnız irade-i cüziyye  ile meydana gelmez. Yani insanın her istediği vücuda gelmez. Yalnız Allahü teâlânın iradesi ile de yaratmak adeti değildir. Bunun için insanlar işlerinde mecbur değildirler. İnsan irade eder. Hareket etmesini ister, kudretini kullanır, Allahü teâlâ da, irade ederse, iş meydana gelir. Şeytan, (İnsan, Allahü teâlâ isterse ibâdet yapar, istemezse yapmaz. O hâlde insan, işleri yapıp yapmamakta cebr olunmaktadır. İnsan çalışsa da, çalışmasa da, ezeldeki kaza ve kader hasıl olacaktır) diyerek aldatmaktadır.

 

Sual: Şans, talih, uğur gibi şeyler gerçekten var mıdır?  İslâmi açıdan bu gibi şeylere inanmanın bir mahzuru var mıdır?

CEVAP

Şans,  talih aynı anlamdadır. Kader demektir. Dinimizde kader yok mu işte odur. İnanmayan müslüman olmaz.

Uğur da dinimizde vardır. Uğursuzluk yoktur. Bir olayı hayra yormakta mahzur yoktur. Fakat şerre, uğursuzluğa yormak uygun değildir. Dinimizde uğursuzluk yoktur. Bir şeyin, bir yerin uğursuz olması, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta vardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Müslümanlıkta uğursuzluk yoktur.) [Hadika]

Eskiden, Arabistanda yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı. Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp yola devam ederler, kuş sola uçarsa, uğursuz sayıp geri dönerlerdi. Peygamber efendimiz bunu yasaklayıp buyurdu ki:

(Kuşlara dokunmayın, yuvalarında kalsın!) [İ.Maverdi]

Hz. İkrime anlatır: Bir kuş ötüp geçtiğinde, oradakilerden biri hayra alamet olduğunu söyledi. İbni Abbas hazretleri de, (Hayra da, şerre de alamet değildir) buyurdu.

 

Sual:Dua kaderi değiştirir diye bir söz var ama zaten dua edeceğimiz kaderde yazılı değil mi?

CEVAP

Her şey kaderde yazılıdır. Dua kazayı muallak olan kaderi değiştirir, bir de
kaza-i mübrem var, o hiç değişmez.

 

Sual:Kaderime küstüm demek câiz mi?

CEVAP

Caiz değildir. Kader, Allahü teâlânın takdir ettiği alınyazısıdır.

 

Sual: Bir insan karşıdan karşıya geçerken araba çarpıp ölüyor şayet karşıdan karşıya geçmeseydi o insan ölmiyecek miydi?

CEVAP

Başına ne iş geleceği ezelde yazılmıştır. Karşıdan karşıya geçerken araba çarpacak diye yazılmıştır. Geçmeseydi denemez, geçeceği bilindiği için öyle yazılmıştır.

 

Sual: Berat gecesinde vefat edecekler, dünyaya gelecekler ve amelleri yazılırmış.
Ben bunu hep merak ederim tam olarak anlamak için size soruyorum. Bu gece insanın alın yazısı mı değişir? Yani bu gece ettiğimiz dualar yüzünden alınyazımız değişebiliyor mu?

CEVAP

Sizin anlayacağınız şekilde basitçe anlatayım. Alın yazısı iki türlüdür: Birisi dua ile, sadaka vermekle, iyilik etmekle değişir. Birisi ise asla değişmez. Mesela evlenmemiz, iş sahibi olmamız ya değişen kısımdandır, veya değişmeyen. Biz bilemeyiz. Onun için dua ederiz, iyilik ederiz, değişen kısımdan ise o değişir. Mesela birisine bir bela geleceği alınyazısında var ise, yine alın yazısında bu kimse dua edecek o beladan kurtulacak diye
yazılır. Biz de dua ederiz o belayı önlemiş oluruz. Berat gecesinde yazılacak olanlar da yine ezelde bildirilmiş olanlardır. Ömrün uzaması kısalması da böyledir. Şu iyiliği yapacak ve ömrü uzayacak , yahut şu kötülüğü yapacak ve ömrü kısalacak diye yazılıdır. Demek ki hep iyilik yapmaya çalışmalıyız. Yaptığımız şeyler alınyazımızdır.

 

Sual: İyi şanslar, şansın bol olsun demek caiz mi?

CEVAP

Şans kader, talih demektir. Kaderin iyi olsun demek caiz olur.

 

Sual: 1-Gerçek şu ki ABDye geldiğimden beri islamiyetin üzerine çok yöneldim. Bizim söyleyebileceğimiz tek bir şey kalıyor gibime geliyor, ki o da “Allahın sevgili kulları olduğumuzdur, çünkü içimizde Allah korkusu ve Allah sevgisi ile doğduğumuzdur…

CEVAP

Hayır öyle değil. Kâfirler de müslümanlar da iyiliğe elverişli olarak doğar. Kâfir çocuğu farklı doğmaz. Hıristiyanlar, çocuklar günahkar doğuyor diye vaftiz yapıyorlar, şaraplı su ile yıkıyorlar. Çocuk akıl baliğ olana kadar günahsızdır, onlar günahkâr doğar diyorlar.

2-Çünkü niye bizler Allahı bu kadar düşünürken veya yarattığı sistemi anlamaya çalışırken diğerleri bunları düşünemiyor? Buna verilebilecek en güzel cevap bana göre “bunları düşünmek onların kaderinde yazılmamış olduğudur. Sevgili hocam bu düşündüklerimde bir hata veya eksik görürseniz lütfen bana bildirin.

CEVAP

Yanlış düşünüyorsunuz. Suçu kadere yüklemek doğru değildir. Yarın ahirette o kimse, Allaha diyemez mi niye benim kaderimi iyi çizmedin diye. Her şeyi yaratan Allah ise de, insanlara irade vermiş, buna iradei cüziyye deniyor. Günah sevap işleyen de insandır, Allah zorla günah işletmiyor. Suçu Allaha yüklemek doğru değildir.

 

Sual: 1-Bir arkadaşımla chat yaparken elektirikler söndü. Bilgisayar çalışmadı. Arkadaş bana, (Ne yapalım şansımıza küselim) dedi. Ben de böyle söylemek uygun olmaz belki dedim. Uygun mu değil mi?

CEVAP

Şans, kader demektir. Kadere razı olmak gerekir, isyan edilmez, küsülmez ona. Şansımıza, kaderimize küselim demek uygun değildir.

 

Sual: (Allah yazdıysa, bozsun) demek câiz midir?

CEVAP

Câiz değildir. Fakat dua şeklinde olursa câizdir. Bir kimseye takdîr edilen belâ, kazâ-i mu’allak ise, yani, o kimsenin duâ etmesi de, takdîr edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belâyı önler. (Ecel-i kazâ)yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemmâ) değişmez.

Per, Nisan 26 2012 » Dini Mevzular

Yorum yap. Düşüncelerini paylaş.